Mesaj’a Yapılan İnsafsız Bir Eleştiriye (!) Cevap

Share

Mesaj’a Yapılan İnsafsız Bir Eleştiriye (!) Cevap

Mahmut Anar

Mesaj - Edip YukselEdip Yüksel 1996 yılında Türkiye’ye gelmiş, Ceviz Kabuğu programına çıkarak Türkiyeli izleyici ile fikirlerini paylaşmış; dinde kaynak olarak Yalnızca Kur’an’ın kabul edilmesi düşüncesi etrafındaki görüşleri Türkiye’de büyük yankılar uyandırmıştı. Bu programdan sonra Zaman, Milli Gazete, Akit ve diğer İslamcı (!) gazetelerde Edip Yüksel aleyhinde birçok yazı yayımlandı. Ali Eren, Hasan Karakaya, Yaşar Kaplan ve isimlerini şimdi hatırlayamadığım kimi yazarlar bu program hakkında yazılar yazdılar. Bu gazetelerde çıkan yazıların ortak noktası, programda sunduğu iddia ve tezlerini çürütecek tek bir satır yazmadan, Edip Yüksel’in şahsıyla ilgili karalamalar, hakaretler ve alaya almalar oldu. Yazarların mesajla ve iddialarla ilgilenmeyip, sunan şahsın kişiliğine yüklenmeleri psikologlara tez konusu olacak bir durum…

Edip Yüksel 5 yıl sonra tekrar Türkiye’deydi. Bu gelişinde Kuran çevirisi Mesaj basılmıştı. Çeşitli televizyon programlarında, gazetelerde yapılan ropörtajlarda ve özel toplantılarda hem Mesaj’ın tanıtımını yaptı, hem de iddialarını ve Yalnız Kuran çerçevesindeki görüşlerini yeniden Türkiye halkıyla paylaştı.

Dile getirdiği görüşleri geçimlerini din (!) ile sağlamayan, geleneksel/kökleşmiş dogmaları olmayan ve sorgulamaktan korkmayan çevrelerde yankı buldu ve Mesaj’a ilgi tahmin edildiğinden fazla oldu. İslami camiada ise kendilerini “Edip’i kaile almıyorlar, prim vermek istemiyorlar” gibi kuru söylemlerle avutsalar da “Neden biri çıkıp şu adamın ağzının payını veremiyor” düşüncesi bilinçaltlarında yer etmişti. Neyse ki çok geçmeden Yeni Şafak yazarı Dücane Cündioğlu ortaya çıkarak Tüm İslami camiayı Edip’in şerrinden (!) kurtardı.

Dücane Cündioğlu bu görevi üstlenmesini şu veciz cümleleriyle ifade ediyordu: “Bu çeviri hakkında istemeyerek de olsa yazmaya karar vermemin nedeni, sadece ama sadece peşine takılan çocukların bizim çocuklarımız olması…”

Saygıdeğer yazarın gençleri uyarmaktan başka hiçbir gayesi yokmuş. Gençleri o kadar düşünüyor ki, 6. yazısında “Edip Yüksel’in ve birkaç genç takipçisinin” diyerek küçümsediği bu 3-5 kişi için ciddi bir günlük gazetede 8 makale yazabiliyor. Yazılarının her satırında gerçek niyeti ortaya çıksa da, onu tanıyan C. K.’nun “Çok güçlü bir egoya sahip Dücane’nin, Edip’in peşine takılan zavallı gençleri kurtarmak!!! gibi bir niyeti olmadığı konusunda sizleri temin ederim. Onun asıl amacı öncelikle kendine ve sonra da çevresindekilere ‘her şeyi bilen adam’ olduğunu ispat etmek” iddiasına inanmak istemiyoruz…

Bu ön açıklamayı yaptıktan sonra Dücane Cündioğlu’nun Edip Yüksel’in Kuran çevirisi Mesaj ile ilgili yaptığı eleştirileri (!) sorular sorarak cevaplamak istiyorum.

Objektif misiniz?

Sayın Cündioğlu yazdığı makalelerinde objektiflik kriterlerine darbe vurmuş, okuyucusunu saf yerine koymuş, daha da kötüsü -çok iyi bildiği- gerçekleri gizleyerek kitleleri aldatmıştır. Örneklere geçelim:

• Salih Qul’un 26 Aralık 2000 Salı, saat: 11:19’da www.19.org sitesindeki tartışma alanı olan foruma astığı mesajı makalesine ciddi ciddi almış ve bu yazıyla Edip’in Müritlerini (!) genelleyerek itham etmiştir. Oysa ki eğer adil olmuş olsaydı bu zatın yorumlarının nasıl eleştirildiğini, tartışıldığını da görür, bunu yazısında kullanmazdı. Okuyucularının 19.org forumunu takip etmediğini düşünmüş olmalı ki, bu kişisel yorumu fütursuzca makalesine delil olarak almış, Mesaj’ın Türkiye halkına iletilmesini amaçlayan insanları zan altında bırakmıştır…

• Edip geldiğinde “taleal bedru aleyna :)” diye espri olduğu cümlenin sonundaki gülücükten belli olan ve foruma öylesine asılan bir deyimi yine yazısına ciddi ciddi almış… tabi 🙂 işareti evrim geçirip ! olmuş ne hikmetse.

• VI. yazısında Sayın Cündioğlu, Edip’in dipnota koyduğu bir yorumu alıntılamış “Sure başlarında 14 (7×2) ayrı harf kombinezonları olup onların sayısal (ebced) değerlerinin toplamı Muhammed peygamberin izleyicilerine verilmiş olan 1709 kameri (miladi 2280) yılı verir (s. 223)”… Ardından da sormuş: “Bilimden anladıkları işte böyle şeyler; tam da liseli çocuklara verilecek seminerlerde kullanılacak cinsten parlak ve fakat içi boş yorumlar! Gencin biri “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz:” diye sorsa, verecekleri cevap şu: “İnanmıyorsan, o tarihe kadar yaşa da gör!”

s. 223’de Edip’in dipnotun sonuna koyduğu “Kuşkusuz, Allah daha iyi bilir” cümlesini ustalıkla makaslayan Dücane Cündioğlu, yüzü kızarmadan “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?” sorusunu yöneltip, okuyucusunu memnun ediyor… Bu tahrifat ve aldatmacaları bilinçli yaptığı gün gibi aşikar değil mi? Neden yaptığını sormanın bir yararı yok, cevap olarak bize Buhari’den nakledeceği bir sözü verecektir: “Savaş Hiledir…”

• Yine Yazar sıkılmadan Bahattin Uzunkaya’yı son yazısına almış, Bahattin Uzunkaya ile Edip Yüksel arasında düşünce farklılığı olduğunu –bilmesine rağmen- belirtmemiş, ikisini aynı kefeye koyarak, son yazısının incelenmesinde de göreceğimiz gibi, Bahattin Uzunkaya’nın fantezilerine Edip Yüksel’i de ortak etmiştir. Aslında IV. yazısında, güya Edip’i suçlamak amacıyla yazdığı “Amaç sadece yığınları etkilemek olunca, bu tür numaralar da caiz olur!” sözüyle bilinçaltından çıkardığı kelimelerle kendi kendini mahkum ediyor Cündioğlu.

• Son yazısında Edip Yüksel’in foruma astığı yazısının en önemli ve ana düşünceyi veren giriş cümlesini makaslayarak yazısına almamış, devam eden cümlelerde de okuyucusunun, makasladığı cümlede Edip’in vermek istediği mesajın tersini düşünmesini sağlamıştır. Bu tahrifatları ilerleyen bölümlerde göreceğiz.

Yukarıdaki tablo oynadığı futbol maçını kazanabilmek için ceza sahası içinde kendini yere atan, eline top çarptığı halde çarpmadı diyen, rakibine çaktırmadan tekme atan futbolcunun psikolojisini yansıtmıyor mu? Maçı kazanmaya götüren her yol mubah mıdır yoksa?

Tespit Edilen Hatalar MESAJ’ın

Önemli İlkelerini Tahrif Ediyor mu?

Bir kısmına ileriki sorularda değineceğimiz ve Dücane Cündioğlu’nun hata olarak tespit edip kaygısızca saldırdığı çeviriler Mesaj’ın hangi ana ilkesini tahrif ediyor?

“Bu çeviri kuşkusuz hatalar içermektedir. Mevcut hataların, Mesaj’ın önemli ilkelerini tahrif etmediğine inanıyorum. Bu konuda elimden gelen gayreti gösterdim… Bu çeviride mevcut hataları mektupla, basın yoluyla veya kitap yoluyla ortaya koyacak herkese önceden teşekkür ederim. Hatta “Kuran Çevirilerindeki Hatalar” adlı kitabıma karşılık vermek için bu çeviriyi bir fırsat bilecek olan Hadisçi Sünnetçi din adamlarının kılı kırk yararak yapacakları muhtemel eleştirilerin içinde haklı olanlar varsa, onları bir dahaki basım için memnuniyetle düzelteceğim.” (s.13) diyen Edip Yüksel’in bu satırlarını görmedi mi? Yeni Şafak yazarının amacının üzüm yemek olmadığı makalelerinizde arz-ı endam ediyor. Belli ki bağcıya öteden beri süregelen bir kini var!

Mesaj’ın ana ilkesi: “Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran.” Dini yaşamak için, din adamlarına, ruhban sınıfına ihtiyaç olmadığı bir diğer ilkesi…. Mesaj’da bu ilkelerin dışına çıkan çeviriler ve yorumlara 1 örnek gösterseydi düzelti açısından daha hayırlı olmaz mıydı?

Her çeviri hatalar içerir. Çeviriler tanrısal olmadığı için ve de insanlar da hata yapma yetisine sahip olduklarından Mesaj’ın hatalar içermesi çok normal. Dücane Cündioğlu ilim adamı hassasiyeti gösterip, şu çeviri yanlış olmuş, bunun doğrusu bu olmalı deyip yapıcı eleştiriler getirseydi, çok yararlı olabilirdi ve Mesaj’daki muhtemel hatalar da düzeltilirdi fakat bu yöntem izleneceğine karalamalar ve aldatmacalarla okuyucuyu etkileme yöntemini kendisine uygun görmüş maalesef.

Bu Çevirinin Reşad’ın Çevirisinin Kopyası Olduğuna Dair, Spekülasyonlar Dışında Deliliniz Nedir?

Şu anda masamın üzerinde 4 çeviri var ve bu 4 çeviri de birbirlerinin benzeri ifadelerle çevrilmiş yüzlerce ayetle dolu. Bu nasıl bir mantıktır ki çevirilerdeki benzerlikleri kopyalama olarak lanse ediyor ve insaf sınırlarını zorlayarak III. yazısında “Binaenaleyh Mesaj’ın Kuran’ın orijinalinin çevirisi değil, The Final Testament’in Türkçe kopyası olduğunu KATİYETLE söyleyebiliriz.” diyebiliyor sayın Cündioğlu.

Madem “The Final Testament” kılı kırk yararak incelendi, neden Reshad’ın önsözünde Edip Yüksel’den faydalandığı, bu bağlamda Edip’e teşekkür ettiği görmezden gelindi… Cevabı açık… Bu bildirim Cündioğlu’nun iddialarını kısmen çürütecekti de ondan.

İnternetteki yazışmaların derlenmesinden oluşan Mor Mektuplar kitabından Ruşen Çakır ile Edip Yüksel arasında geçen mailleşmeyi buraya alıntılıyorum. Eminim bu yazışma Cündioğlu’nun bu konudaki iddiasına en güzel cevabı teşkil ediyor: (Yazışma 1 Eylül 1998’de geçiyor…)

RUŞEN ÇAKIR: Sevgili Edip, Merhaba. Ben şu an İstanbul’dayım. Milliyet grubunda ArtıHaber diye haftalık bir dergide çalışıyorum. Martta tekrar Columbus’da olacağım. Sana Bahattin Uzunkaya’yı sormak istiyorum. Bu adam “Şeytan ayetleri”ni ayıklayarak, Kuranın Türkçe’sini çıkartmış ve kendi parasıyla basmış. Eminim haberin vardır. Bu konuda ne diyorsun. Bununla ilgili dergide bir şeyler yaparsam, senden nasıl bir katkı isteyebilirim.

EDİP YÜKSEL: Merhaba Ruşen, e-mail kutuma hoş geldin. Bahattin’le tanışırım. Adnan Hoca’yla birlikteydi. Adnan Hoca’dan ayrılınca benimle irtibat kurdu. Türkiye’ye iki yıl önceki ziyaretimde kendisiyle tanıştım. Bağdat caddesinde yetişmiş bir İstanbul çocuğu. Borsada dans ediyor. Kuran çevirisi yaptığını ve yayımlayacağını bana bildirdiğinde, kendisini, benim seneler önce başladığım çeviriye katkıda bulunmaya ve ortaklaşa bunu yapmaya davet ettim. Arapça bilmediği için Reşad’ın İngilizce çevirisinden yapacağı çevirinin çorbanın suyunun suyu olacağını, Reşad’ın çevirisindeki hataları tekrarlaması bir yana, o hatalara daha çok hatalar ekleyeceğini öğütledim. Ne var ki bildiğinden şaşmadı. Çevirinin çevirisi olan mealini bastı. İncelemeye vaktim olmadı, ancak sayısız hatalar içerdiğine inanıyorum.”

Edip Yüksel “Günde on saatlik bir çalışma temposuyla çalıştığımız o günlerde ayetlerin anlamı üzerinde Reşad ile yaptığım tartışmalar ikimize de çok şeyler öğretti.” diyor s. 10’da. Bu bağlamda çeviri yaparken birlikte tartıştıkları, fikir alışverişinde bulundukları birisiyle -kimi ayet çevirilerinde- aynı sonuçlara varmalarından daha doğal ne olabilir! Ayrıca 1 Eylül 98’de Bahattin Uzunkaya için “Reşad’ın İngilizce çevirisinden yapacağı çevirinin çorbanın suyunun suyu olacağını, Reşad’ın çevirisindeki hataları tekrarlaması bir yana, o hatalara daha çok hatalar ekleyeceğini öğütledim” diyen birisi 2000 yılında çıkardığı kitabında nasıl olur da eleştirdiği bir yöntemi izler?

Edip’in Reşad’ın çevirisindeki hatalara dair yaptığı eleştirileri okumayanların, okusalar da okuyucularına yansıtmayanların niyetlerinden şüphe etmek hakkımız…

Yazar, Ceza Sahasında Kendini Yere Atıyor

Dücane Cündioğlu III. saldırısında “-Onu yalanlayıp deveyi boğazladılar. (91.14; slaughtered her) Acaba nasıl etsek de mütercime develerin boğazlanamayacağını anlatsak! Yoksa Reşad Halife de mütercime hakkını helal etmeyecek!” demiş.

Çalıştığı gazetenin dağıttığı meal/tefsirden alıntılıyorum:

“Ama onlar Elçiyi (hiçe sayıp) yalanladılar ve deveyi vahşice boğazladılar”(91:4) (Muhammed Esed, Yeni Şafak, III. Cild, sayfa 1273) Boğazlanmasını bırakın, vahşicesi de oluyormuş…

“-Seni bir sapık olarak bulup doğruya iletmedik mi? (93:7)… Cenabı Hakkın peygamber efendimize (s.a) hitabını bu şekle büründürmenin, esasen dil bilmezlikle bir alakası yoktur; gerçek neden bilgisizlik değil, edepsizliktir.” demiş yine III. yazısında Sayın Cündioğlu.

“Bu kelimenin diğer bir anlamı sapıklıktır” (Mevdudi, Tefhimul Kuran, İnsan Yayınları, Cilt 7, sayfa 176)

Edip’in bu ayetin çevirisindeki tek suçu olsa olsa Türkiye toplumunun sapık kelimesinden “psikolojik bozukluğu olan insan” anlamını çıkaracaklarını düşünememiş olmasıdır. (Bir dahaki baskıda -bu tip haksız eleştirilere meydan vermemek için- bu kelimenin sapkın ya da bunu karşılayan başka bir kelimeyle değiştirilmesi daha uygun olabilir)

Zerre Nedir?

“-Allah bir atom ağırlığınca bile haksızlık yapmaz (4:40); Kim bir atom ağırlığı iyilikte (veya kötülükte) bulunursa onu görür (99:7-8)… Bir kelime oyunu da benden: mesaj değil, masaj!” diyerek çeviride zerre yerine kullanılan atom kelimesine kafasını takıyor bu sefer Dücane Cündioğlu…

“Zerre: (C. Zerrat) Pek ufak parça. – ATOM – Çok küçük karınca – Güneş ışığında görünen ufacık tozlar.” (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Tür-Dav yayınları, İstanbul 1986)

Yazar Bugüne Kadar Çevirilerde

Kullanılmayan Yeni Dilden Rahatsız Oluyor

Edip Yüksel çevirisinde olabildiğince anlaşılır bir dil kullanmaya özen göstermiş. Geleneksellikten bir türlü sıyrılamayan Sayın Cündioğlu bunu hazmedememiş görünüyor.

“meditasyon”, “kanyon”, “öncü elitler” “tekelleştirme”, “monoteist” “ego” gibi kelimelerden rahatsızlığını dile getiriyor, aklınca da dalga geçiyor. Oysa ki bu kelimeler, karşılaştırdığım 4 çevirideki anlamlarla herhangi bir farklılık değil, bilakis paralellik arz ediyor. İlla kalıplaşmış kelimeleri kullanacağız diye bir kuralı siz mi çıkardınız Sayın Dücane Cündioğlu?

Muhammed Esed “Gece vakti zihin daha zinde ve güçlü olur ve okuma daha da berraklaşır”; Edip “Kuşkusuz gece kalkıp meditasyonda bulunmak çok daha etkili ve ifade açısından daha uygundur”(73:6)

Ali Bulaç “İbrahim Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi”; Edip, “İbrahim, Allah’a boyun eğen, monoteist bir öncü idi.”(16:120) demiş.

Ayetlere başka bir anlam mı vermiş, ayeti mi çarpıtmış, ne yapmış Edip? Yaptığı şey çevirilere yeni bir üslup getirmek, bu güzel davranışı alkışlayacağına yeriyor gelenekçi mantık!

Karia Nedir?

“Şok. Hem de ne şok! Şoke edenin niteliği sana bildirildi mi?” (101:1-3) Deterjan reklamlarına yaraşır ifadeler, hiç utanmadan/sıkılmadan Kuran’a reva görülmüş… (Mesaj böylesi televoleci hafifliklerle dolu)” diyerek ayete verilen bu anlam eleştiriliyor, eleştirilmekle de kalınmayıp ilim adamına (!) yakışır bir üslupla dalga geçiliyor…

“Kaaria. Nedir kaaria? Sana o kaariayı bildiren nedir? (101/1-3; Ali Bulaç)

“Kapı çalan!(kıyamet) Nedir o kapı çalan? O kapı çalanın ne olduğunu bilir misin? (101/1-3; Kral Fahd tercümesi)

“Ah! Eyvah! Apansız (kopup gelen) bu bela! Ne korkunçtur apansız (kopup gelen) bu bela! Bilir misin nedir, nasıl olacaktır o apansız bela?) (10/1-3; Muhammed Esed)

“Şok. Hem de ne şok! Şoke edenin niteliği sana bildirildi mi?” (101:1-3; Edip Yüksel)

Ayeti böyle çevirmenin ne gibi sakıncaları olabilir, lütfen düşününüz!

Edip’in Acımasızca Eleştirdiğiniz Çevirileriyle Elinizdeki Çeviriler Arasında Anlam Farkı Var mı?

İslam toplumunu büyük bir bela (!)dan kurtarmak için kılıcını kuşanan ve Bizans entrikalarını gölgede bırakan oyunlarla sahneye çıkan Dücane Cündioğlu incir çekirdeğini doldurmayan eleştirilerine devam ediyor.

Şimdi Dücane Cündioğlu’nun acımasızca eleştirdiği ve alaya aldığı Edip’in çevirileriyle diğer çevirileri karşılaştırmanızı ve anlam farkı olup olmadığını, tahrifat olup olmadığını düşünmenizi istiyorum:

“Kim bir iyiliğe aracılık ederse kendisi için ondan bir kredi var.”(4:85; a share of credit thereof) boş yere gözlerinizi oğuşturmayınız; doğru okuyorsunuz.” (Cündioğlu, IV. eleştiri)

“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur.” (Kral Fahd tercümesi; heyet)

“Kim güzel bir aracılıkta bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır.” (Ali Bulaç)

“Kim haklı bir dava uğrunda üstün çaba gösterirse, onun kazandıracağı nimetlerden bir pay alacaktır.” (Muhammed Esed)

 

“Test edilmeyeceklerini sandılar. (5:71; would not be tested) İnanınız, ayetin üniversite sınavlarıyla bir ilgisi yok! (Cündioğlu, IV. eleştiri)

“Bir fitne olmayacak sandılar” (Ali Bulaç)

“Bir bela olmayacak zannettiler” (Kral Fahd tercümesi; heyet)

“Kendilerine bir zarar gelmeyeceğini düşünüyorlardı” (Muhammed Esed)

“Lüks mobilyalar üzerinde. (56:15, on luxurious furnishings)” Dua edin, huriyi hostes diye çevirmemiş! (Cündioğlu, 4. Eleştiri)

“Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde” (Kral Fahd Tercümesi)

“Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerinde” (Ali Bulaç)

“Altın işlemeli mutluluk tahtlarında” (Muhammed Esed)

“Kimin de tartıları ağır gelirse, onun da anası uçurumdur. (101: 8-9) Yani ‘Nasıl çevireceğimi ben de bilemedim ama nasıl anlarsanız anlayın’ (Cündioğlu, III. eleştiri)

“Tartısı hafif gelen ise bir uçurumun girdabına sürüklenecektir.” (Muhammed Esed)

“Ameli yeğni olana gelince, işte onun anası (yeri, yurdu) Haviye’dir.” (Kral fahd tercümesi, heyet)

“Onun da anası (son durağı) “haviye”dir (uçurum).” (Ali Bulaç)

Edip’in çevirisindeki “artıları hafif gelirse” “artıları ağır gelirse” olmuş Dücane’nin eleştirisinde. İnsanın bu haksız eleştirileri görünce ister istemez –Cündioğlu’nun Edip Yüksel için söylediği sözü bumerang gibi kendisine döndürerek- “Ne emel kaldı derûnumda, ne sevda-yı mecaz desem de çaresiz devam etmek zorundayım” diyesi geliyor…

“Onlar hem cinlerdendir, hem halktandır.” (114:6; be they of jinns, or the people) Çeviri şu sırayı izlemiş olmalı: Komut 1: Metindeki bütün en nas sözcüklerini bul people ile değiştir. Komut 2 Metindeki bütün people sözcüklerini bul, halk ile değiştir (Biri kendisine people’ın sadece halk anlamına gelmediğini söylemeli)” diye eleştirilerine devam ediyor kutsal yazar.

“cin ve insanın şerrinden” (Kral Fahd tercümesi)

“gerek cinlerden, gerekse insanlardan” (Ali Bulaç)

“görünmez güçlerin ve insanların” (Muhammed Esed)

“Melekleri yönetim merkezinin etrafını çevirmiş halde Rablerini överek yüceltirken görürsün.” (39:75; around the throne) Demek ki insan biraz Amerika’da kalınca, el-arş kelimesini “yönetim merkezi” olarak anlıyor; çok kalınca da Reşad Halife’nin yaptığını yapıyor.” (Cündioğlu, IV. eleştiri)

“Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini ham dile tesbih ettiklerini görürsün.” (Ali Bulaç)

“Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek Arşın etrafını kuşatmışlardır” (Kral Fahd Tercümesi, heyet)

“Ve meleklerin “Allah’ın kudret tahtının çevresinde toplanıp Rablerinin yüceliğini hamd ile andıklarını göreceksin.” (Arş ‘Allah’ın tahtı’ terimi Kuranda ne zaman geçmişse, Allah’ın BÜTÜN VARLIKLAR EVRENİ ÜZERİNDEKİ MUTLAK OTORİTESİNİ gösteren bir mecaz olarak kullanılmıştır.) (Muhammed Esed)

Görüldüğü gibi Mesaj ile ilgili dişe dokunur hiçbir eleştirisi yok yazarın. Fakat bunun yanında çok iyi bildiği gerçekleri manipüle etmekte tam bir profesyonel olduğunu yazılarında ispatlamıştır. Bizans imparatoru II. Justinyanus’un entrika bakanı olacak adammış Sayın Cündioğlu…

Hadis, Sünnet ve İcma Kelimeleri

Kuran’da Hangi Anlamlarda Kullanılıyor?

Arapça bilen bir çeviri eleştirmeni olarak Edip Yüksel’in çevirisinin Önsöz’ünde (s.8) geçen “Peygambere yakıştırılan yalanların hadis ve sünnet adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı, Hadis (söz) kelimesini ayetlerden başka bir söz için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:111, 31:6, 45:6, 52:34). Sünnet (yasa) kelimesi de sürekli “Tanrı’nın sünneti” olarak kullanılmıştır (33:38, 62; 35:43; 40:85, 48:23). İşin daha da ilginci, Hadis ve Sünnetin yanında uydurulan üçüncü öğreti olan icma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:60; 104:2, 3:157; 43:32; 12:15)” düşüncelerine katılıyor musunuz?

Ayrıca 39:18 ayetinde farklı sözleri dinleyip, en güzeline uymamız öğütlenirken, çok ilginçtir, “hadis” değil “kavl” kelimesi kullanılmıştır. Sizce neden?! Hadisleri ortak koşanlara istismar edecekleri bir örnek vermemek için olmasın sakın!

Yazar Acaba Edip Yüksel’in

Aşağıdaki Dipnotlarına Katılıyor mu?

Cennet cehennem tasvirleriyle alakalı 2:23-24 nolu, reenkarnasyonla ilgili 2:25-26 nolu, şefaat mitolojisiyle alakalı 2:48 nolu, ümmi kelimesiyle ilgili 3:20 nolu, nasih-mensuhla ilgili 2:106 nolu, yenmesi yasak etlerle ilgili 2:172-173 nolu, ibadetlerin İbrahim peygamberden geldiğiyle ilgili 2:183-187 nolu, aybaşı haliyle ilgili 2:222 nolu, boşanmayla ilgili 2:226 nolu, mevla kelimesinin anlamıyla ilgili 2:286 nolu, müteşabih ayetlerle ilgili 3:7 nolu, şahadetle ilgili 3:18 nolu, (atlayarak gidiyorum) zina ile ilgili 4:15 nolu, abdest ile ilgili 5:6 nolu, ruhla ilgili 17:85 nolu, embriyo ile ilgili 23:14 nolu, örtünme ile ilgili, 24:31 nolu, sahabelerle ilgili 33:12 nolu, özgür iradeyle ilgili 57:22-23 nolu, demirle ilgili 57:25 nolu… vs. dipnotlara katılıyor mu Dücane Cündioğlu? Katılmıyorsa gençleri neden bu farklı düşüncelerden kurtarmıyor? Yoksa bu yorumlara katılıyor da, açıklamak mı işine gelmiyor?

Matematiksel Mucizeden Neden Zebralar gibi Kaçıyorsunuz?

Matematiksel mucize ile ilgili verileri burada sunmayı düşünmüyorum, buna bazı insanların gözlerini kapattığı ve mucizeden zebralar gibi kaçtıkları belli. Sadece bu konuyla ilgili küçücük alt sorularım olacak:

• 74. Surenin 31. ayetinden neler anlıyorsunuz? “Onların sayısını hakikati inkara şartlanmış olanlar için bir sınama aracı yaptık; ki böylece daha önce vahye muhatap olanlar bu ilahi kelamın doğruluğuna kani olsunlar; ve ona iman etmiş olanların imanları daha da güçlensin; ve geçmiş vahiylere muhatab olanlar ile bu vahye iman edenler bütün şüphelerden kurtulsunlar; ve kalplerinde hastalık olanlar ile hakikati tamamen reddedenler: Sizin Allahınız bu temsil ile ne demek istiyor?” diye sorsunlar..” (Muhammed Esed çevirisi)

• Sizce 114 (19×6) sureden oluşan Kuran’da Sure başlangıçlarında 113 besmele olması, Tevbe suresinin başında besmele olmaması ve bu kayıp besmelenin bir başka surede iki kez tekrarlanarak 114’ü tamamlaması bir tesadüf mü? Bu tesadüfse Kayıp besmelenin ortaya çıktığı 27. sure ile, kayıp besmelenin ayet nosu olan 30. ayetin toplamı olan 57’nin 19’un katı olması da mı tesadüf?

• Yunus ismi Kuran boyunca dört kez Yunus olarak geçer. Fakat “nun” harfi ile başlayan “Nun” suresinde Yunus peygamber “Sahibül Hut” yani “Balığın Arkadaşı” olarak geçer. İsminde “nun” harfi bulunan bir peygambere “nun” harfi ile başlayan bir surede, içinde “nun” harfi bulunmayan bir ifadeyle referansta bulunması tesadüf müdür? (133= 7×19) Eğer diğer kullanımlarda olduğu gibi bu ayette de Yunus diye kullanılsaydı, 134 olacak, sisteme uymayacaktı…

• 29:14 ayetinde neden “dokuz yüz elli yıl” değil de “bin eksi elli yıl” ifadesi kullanılmıştır sizce? Kuran’da geçen tüm sayıların tekrarsız toplamları 162146’dır (19×8534). Buradaki ifade 950 olsaydı, yukarıdaki toplam 900 fazla olacak ve 19 sistemi bozulacaktı. Tesadüfler çoğalıyor farkında mısınız?

• Din adamlarının (!) 19 olmadığında ittifak etmeye çalıştıkları besmele, kaç harftir?

• Akit ve Yeni Şafak gazetesine milyarlarca liralık reklam veren Harun Yahya’nın da 19 mucizesine inandığını biliyor musunuz? Geçen yıl on binlerce basılan Harun Yahya’nın “Düşünen İnsanlar İçin” isimli kitabının 195-196. sayfalarına bakarsanız 19 mucizesiyle ilgili verileri görebilirsiniz. Eleştirmeyi düşünmeyin ama, hatırlatalım ki bizim gariban Edip gibi değildir, Arkası sağlamdır… Maazallah köşenizden bile olabilirsiniz…

Neden Tanrı’nın Hadislerini “Söz” diye Çeviriyorsunuz da, Muhammed’in Hadislerini “Hadis” Diye Çeviriyorsunuz?

Dücane Cündioğlu Edip’in hadis kelimesini söz diye çevirmeyip, hadis diye bırakmasını eleştiriyor IV. makalesinde…

“Bu uydurma bir hadis değil. (12:111; that is not a fabricated Hadith)

Edip Yüksel’in neden hadis kelimesini hadis olarak bıraktığını ‘dil bilgini’ Cengiz Özakıncı’nın aşağıdaki yorumunu okuyunca daha iyi anlıyoruz:

“Her biri Kuran’dan iki yüz yıl sonra ‘Tanrının elçisi Muhammet demişti ki…’ diye uydurulan “hadis”lere inanan çevirmenler, Kuran’ın ‘Kurandan sonra uydurulan ‘hadis’lere uyulmamasını’ buyuran bölümlerini, çok ilginç bir yolla anlaşılmaz kılmışlardır. Kuran’da karşılarına çıkan Arapça sabır sözcüğünü Türkçe’ye doğrudan sabır olarak, Arapça Kuranda alem olarak geçen sözcüğü Türkçe çeviriye olduğu gibi alem olarak, Arapça Kuranda rab olarak geçen sözcüğü Türkçe çeviriye olduğu gibi rab olarak, Arapça Kuranda iman olarak geçen sözcüğü Türkçe çeviriye, olduğu gibi iman diyerek, küfür sözcüğünü küfür olarak, hamdı hamd olarak ve bunun gibi yüzlerce Arapça sözcüğü Türkçe’ye olduğu gibi alarak çevirenler, niçin Arapça Kuranda geçen “hadis” sözcüğünü Türkçe’ye olduğu gibi “hadis” olarak aktarmadılar? Çünkü eğer Kuranın Arapçasında geçen hadis sözcüğünü Türkçe çeviriye hadis diye olduğu gibi aktarırlarsa; bu durumda, bütün Müslüman inanç öbeklerinin, Tanrının hadisi Kurandan sonra, kendi uydurdukları “hadis”lere saplandıkları, Tanrının buyruklarına karşı çıktıkları, gün gibi açığa çıkacaktır da ondan. Bu çevirmenler, Kuranda geçen Arapça sözcüklerden işlerine geleni Türkçe’ye çevirmekte, işlerine gelmeyeni olduğu gibi Arapça olarak bırakmaktadırlar. Bu onların kendi bağlı bulundukları inanç öbeğinin inançlarını, yaptıkları çevirilere nasıl yamadıklarını gösteriyor.

Şu ya da bu mezhebe, yola bağlanmış Müslüman çevirmenler, yorumcular, yalnızca Tanrının elçisi Muhammed’in ölümünden iki yüz yıl sonra uydurulan öykülere Arapça olarak “hadis” adını takıp; Kuranda geçen; “Tanrının hadisleri”nden sonra artık hangi hadise inanacaklar?” gibi ayetleri, sanki sözleşmişler gibi hepsi “Tanrı’nın sözleri” diye çevirmişlerdir. Bunlar Kuranda geçen “Tanrının hadisleri” deyimini “sözleri” diye çevirmiş, fakat Tanrının elçisi “Muhammed’in hadisleri” deyimini “sözleri” diye çevirmeyip “hadisleri” diye bırakmışlardır ve birini Türkçeleştirip öbürünü Arapça bırakarak iki olgu arasında bağlantı kurulabilmesini olanaksız, Kuranın yasağını anlaşılmaz kılmışlardır. Kuran’da geçen “Kurandan sonra başka “hadis”lere uymayın!” uyarısını salt Kurandan sonra uydurulan “Hz. Muhammed’in Hadisleri”ne inanılmasını sağlayabilmek için “söz” diye çevirmişlerdir.” (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, Payel Yayınevi, İstanbul, Haziran 1998, 3. Basım, s. 133-134)

Edip çeviriyi yaparken, -ayetlerde olumsuz vurgular yapılan- Mezhep, evliya, türbe, tarikat kelimelerini de kullanmış belki kokuşmuş beyinler bir devrim yaşar diye ama, heyhat ki yine uyanış yerine bu kelimelerin kullanımına saldırı var Dücane Cündioğlu tarafından…

Neden Çok Fazla Arapça Kelime Kullanıyorsunuz Yazılarınızda?

“mütenebbi”, “serdetmek”, “binaenaleyh”, “selika”, “saik”, “nazar-ı itibar”, “cihet”, “vâkıf”, “haiz”, “vukufiyet”, “mesned”, “mütenasip”, “mezkûr”, “tashih-i itikad”, “tahrif-i nass”, “neşretmek”, “denâet”, “tabir-i meşhur”, “ilzam”, “izhar”, “meşkûk”, “Ne emel kaldı derunumda, ne sevda-yı mecaz”, “nedamet”, “marazî”, “ma’tufken”, “usul ü erkân”, “muhayyile”, “gaşyolup”, “ufûl”, “mülevves” …

Makalelerinizin birkaçından çıkardığım, Diğer makalelerinizde çok daha fazla olduğunu bildiğim, Türkçe karşılıkları olan ve bu karşılıkları bildiğinizden emin olduğum, yukarıda örneklerini verdiğim Arapça kelimeleri neden bu kadar fazla kullanıyorsunuz?

C. K.’nun yazısında Dücane Cündioğlu ile ilgili “her şeyi bilen adam” olmak ve islami camiada seçkin bir yer edinmeye çalışmak gibi bir amacı olduğunu belirtmesi ilgimi çekmişti. Cengiz Özakıncı’nın “Dil ve Din” kitabına göz atınca taşlar yerine oturmaya başladı… Bunun yazılarında bol ve anlaşılmaz Arapça kelimeler kullanmasıyla ne alakası mı var?

Cengiz Özakıncı’nın bu konudaki fikirlerini sizinle paylaşıyor, sorumun cevabını düşünmenizi istiyorum:

“III- Bilgiçlik, Seçkinlik ve Üstünlük Taslama

Kişioğlu, genellikle kendini başkalarından üstün tutmak ister. Kişiler arasında açık ya da üstü örtük bir üstünlük yarışı vardır. Başkalarınca beğenilmek için bezenirler. Bu itki, kişioğlunun yaşamını kolaylaştıran pek çok yan ürün de vermiştir…

Türklere Arapça’nın tüm dillerden üstün bir dil, Arap yazısının da tüm yazılardan üstün, kutsal bir yazı olduğu yanlışı, doğru imiş gibi benimsetildikten sonra; kendilerini çevrelerine üstün, bilgili biriymiş gibi göstermek isteyen saygınlık avcıları, şuradan buradan dillerine doladıkları birkaç Arapça sözcüğü konuşmalarının arasına sıkıştırarak; bilgiçlik, üstünlük, seçkinlik taslamışlardır… … 60 milyon Türk’e üç bin Türkün bile anlayamayacağı ölçüde ağır bir Arapça ile seslenmenin amacı; anlatmak, anlaşılmak olmasa gerekir. Böylesi duyurular, seçkinlik, üstünlük, bilgiçlik taslamanın yanı sıra, Müslüman yurttaşlarımızı, “Arapça sözcükler kullanarak konuşmanın bir Müslümanı yücelteceğine” de özendirmektedir.” (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, s. 49-51, Kitabı okursanız, yer darlığından dolayı buraya alıntılayamadığım örnekleri ibret vesikası olarak inceleyiniz)

Amerika’dan Gelenleri Böyle mi Karşılarsınız?

Ya da Yeni Şafak Adil Bir Gazete mi?

“Bazı dostlar, “bu metne bu kadar vakit ayırmanıza lüzum var mıydı” diye serzenişte bulunuyorlar. Tamamen haksız sayılmazlar. Ne yapalım ki burası Türkiye ve birilerinin Amerika’dan gelen misafirleri karşılaması gerekiyor.” diyor IV. yazısında Dücane Cündioğlu.

Maalesef hiç de misafirperver değilsiniz. Yalanlarla, iftiralarla, aldatmacalarla ve gerçeğin üzeri örtülerek karşılama töreni yapıyorsunuz. Bu sözünüz çok hoşunuza gitmiş ve arkadaşlarınız arasında gülüşmelere yol açmış olmalı ki, aynı ifadeyi “Gerçek Hayat”taki köşenizde de kullanmışsınız. Ayrıca Gerçek Hayat dergisinde Edip’in resmini, Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz’ın arasına alarak okuyucuya Edip’in bunlardan farkı yok düşüncesini bilinçaltlarına yerleştirmeye çalışmışsınız. Oysa ki çok iyi biliyorsunuz ki Edip siyasi yönüyle diğer zatlardan kesin çizgilerle ayrılır. Hatta birçok İslamcı (!) nın ürküp köşelerinde söyleyemediği düşüncelerine kitaplarında yer vermiştir. Devlet/Demokrasi kitabını okumamış olamazsınız. Mor Mektuplar kitabını alarak, başta başörtüsü olmak üzere Edip’in siyasi fikirlerini öğreniniz lütfen…

Ayrıca çalıştığınız gazete neden Edip Yüksel’e söz hakkı vermemiştir. Yapılan tek taraflı suçlamalara/hakaretlere Edip Yüksel cevap vermek için siz de dahil olmak üzere Yeni Şafağın tüm yazarlarına mail atmış, ama cevap alamamıştır. Edip sizinle isterseniz gazetede, isterseniz bir camide, isterseniz konferans salonunda, isterseniz de bir televizyon programında karşılıklı tartışmayı teklif etmiş, yine yanıt alamamıştır. Maalesef “belden aşağı vurmak” deyimi bu tavırlarınızdan dolayı sizlerle özdeşleşmiştir. Oysa ki www.19.org/forum’unda sizin tüm yazılarınız sansürlenmeden asıldı. Adalet konusunda biraz daha yol almanız gerekiyor galiba camia olarak…

Maçı Kazanmak Her şey Değildir

ya da Aydın Onuru Sizin İçin Bir şey İfade Ediyor mu?

İlk 7 yazısında ilmi hiçbir açıklama getirmeden keyfi yorum ve aldatmacalarla Mesaj’a saldıran Dücane Cündioğlu son yazısında hem yukarıdan beri psikologlara tez konusu olabilecek karakterini ve hem de ne kadar özgürlükçü (!) ve aydın olduğunu ortaya koymuş; bununla birlikte bizlere bataklığa düştükten sonra çırpınan, çırpındıkça batan adamı oynamıştır…

Son yazısında Bahattin Uzunkaya’nın hezeyanlarını kullanarak Mesaj’a saldırmaya devam ediyor; Bahattin Uzunkaya’nın Edip Yüksel tarafından nasıl eleştirildiğini, kabul edilmediğini çok iyi bildiği halde. İpin ucunu kaçırınca etik metik hak getire!

Gerçeği bildiği halde sırf Mesaj’ı manipüle etmek ve Edip Yüksel’i kendi camiasında karalayabilmek için iftira dolu şu satırları Aydın onurunu hiçe sayarak kaleme alıyor: “Öyle zavallılar ki böyle yapmakla Kur’an’a değil, Kur’an’ın düşmanlarına hizmet etmiş olduklarını anlamak dahî istemiyorlar. Öyle reziller ki 17 Ağustos depremini bile bâtıl davalarına sermaye yapmaya çalışıyorlar. Öyle cahiller ki ne Kur’an’ı biliyorlar, ne de bilmediklerini biliyorlar. “

Edip’in Mor Mektuplar kitabından, Ruşen Çakır’la yazışmalarının son bölümünü alıntılıyorum:

“Tencere kapağını bulur misali, Türkiye’deki Bahattin, bu sahtekarı buldu –Keyhusrov Emami’den bahsediyor- ve işbirliğinde bulunmaya başladılar. Nihayet her ikisi birlikte aynı tarihte aynı şiddette biri Kaliforniya’da diğeri Türkiye’de olacak iki büyük deprem kehanetinde bulundu. Bu PALAVRALARI için ne yazık ki utanmadan Allah’ın adını kullandılar ve çocuksu matematiksel hesaplar yaptılar… İşin ilginci bu iki cahilin palavralarına hala kananlar var! Sağolsunlar, entelektüel seleksiyona yardımcı oluyorlar” (Edip Yüksel, Mor Mektuplar, s. 91)

Gerçek böyle olduğu halde Dücane’nin satırlarını okuyanlar, Bahattin ve Edip’i birbirinden ayırıcı tek satır bile yazmadığın için ve yazıları boyunca hedefi Edip Yüksel olduğundan, “Öyle reziller ki 17 Ağustos depremini bile bâtıl davalarına sermaye yapmaya çalışıyorlar.” cümlesinin içine Edip Yüksel’i de oturtacaklar… İnanın 7-8 sene aynı duyguları paylaştığım ve –yanlış inanışları olsa da- birçok noktada ahlaklarına ve dürüstlüklerine şahit olduğum bu camiada birçok yazar, düşünür ve gazeteci tanıdım ama içlerinde böyle meslek etiğini hiçe sayan bir manipülatörün olduğuna şahit olmamıştım… İnsanların gerçek yüzünü gösteren Allah’a hamdolsun…

Dücane fütursuzca saldırılarına devam ediyor, hiçbir gerçekten haberi olmayan saf okuyucuların gözlerinin içine baka baka… “- Kendimi bildim bileli nüfus cüzdanımdaki doğum tarihim 1957’dir. İlkokuldan başlayarak tüm kayıtlarımda bu tarih vardır. Kardeşim [Nedim] bunun yanlış olduğunu iddia ediyor. Doğum tarihimin 19’un katı gelmesi ve daha nice tevafuklar kendisini rahatsız ediyor. Ben Allah’ın en büyük ayetlerinden bazılarına tanık olmuş bir kişiyim ve bundan dolayı bir üstünlük değil, bir sorumluluk duyuyorum. (31 Aralık 2000 Pazar, saat: 7: 38). [Yüksel’in “elçiler” arasında üstünlük değil, farklılık olduğunu vurgulamaktan hoşlandığı unutulmamalı. D.C]” Edip’in foruma astığı bu yazısını alıntılıyor ve okuyucusuna Edip’in peygamberlik iddiasında olduğunu/olacağını ima ediyor.

Edip bu cevabı Selim’in “- İslamcılar arasında biraz mantıklı şeyler söyleyenler ardından peygamberliklerini ilan ediyor (nebiliklerini, çıplak uyarıcılıklarını vs) Sen de peygamberliğini ilan edecek misin? (Kardeşin tv’de 1956 doğumlu olduğunu ancak 19 a uysun diye 1957 doğumlu olduğunu söylediğini söylemişti,” sorusu üzerine astı foruma. Ve yine art niyetli makasçımız cevabın ana fikrini ve temel ilkesini makaslıyor her zamanki usta makas darbeleriyle: “BÖYLE BİR İDDİAM YOK. ALLAH ADINA KENDİME PAYELER VERMEKTEN ALLAH’A SIĞINIRIM” Bu en önemli cümleyi makasladıktan sonra… Kendimi bildim bileli… diye devam eden cümlesini alıntılıyor.” ve okuyucu da haklı olarak buna inanıyor. Bu çarpıtmaların hesabını hem kendi vicdanına, hem de topluma vermeli Dücane Cündioğlu.

“Bu hastalıklı zihinler… bu Made in USA patentli sözde elçiler… inançlarımıza saldırmakla, mukaddeslerimize sövüp saymakla; mülevves ellerini Allah’ın Kitabı Kur’an’a uzatmakla kalmıyorlar; bir de ucuz takiye oyunlarına başvurup güya bu ülkenin mazlûm insanlarıyla alay ediyorlar.” diyor yazısında Dini Kurtaran Adam.

Kuran’ı yetersiz gören siz misiniz Edip Yüksel mi?, Kuran’da birbirlerini iptal eden ayetler olduğuna inananlar siz misiniz Edip Yüksel mi? Uydurduğunuz helal haramları Kuran’daki helal haramların üzerine çıkaran siz misiniz Edip Yüksel mi? Kuran’ı tahrif eden siz misiniz, Edip Yüksel mi?

“Filistin’de kurşunlanan o genç müslüman yavrularının işine mi, yoksa onları katleden Yahudi mütecavizlerin işine mi? Bosna’da tecavüze uğrayıp katledilen masum müslüman halkın işine mi, yoksa onlara her türlü zulmü reva gören Hıristiyan Sırp canilerinin işine mi?” yarayacak diyor tahrifli Mesaj…

Okuyucularını çok iyi biliyor… Filistin’de kurşunlanan genç, Bosna’da tecavüze uğrayan masum müslüman, Sırp caniler” İslami camiada en çok kullanılan ve en çok sömürülen kavramlardan bazıları. Sizin nutuklarınız mı işlerine yaradı bu mazlumların sayın Cündioğlu… Yıllardır yaptığınız mazlum edebiyatı mı can oldu Bosna’ya, Filistin’e… Dücane ajitasyonu yapıyor, okuyucunun hassas duygularını ayağa kaldırıyor ve biraz sonra da bu ayaklanmış çocuklara bir hedef gösterecek: MESAJ…

“Sen Kur’an’ına sahip çıkmazsan, Kur’an’ının sana sahip çıkmasını nasıl umabilirsin ey müslüman?!?”

Bununla da kalmıyor 28 Şubat zihniyetiyle eşdeğer sansürcü ve yasakçı zihniyetini ortaya koyuyor ve Meal’in toplatılması ya da yasaklanması için Diyanet işlerini göreve çağırıyor: “Not: Acep şimdi Rıfat Börekçi gibi bir Reis olaydı, Diyanet İşleri hiç böyle suskun kalır mıydı?! “ Gazeteleri toplatılınca insan hakları, özgürlük diye nara atan Dücane’nin iş Edip’in çevirisine geldiğinde nasıl 28 Şubat zihniyetini kuşandığını ibret vesikası olarak görüyoruz…

Yazımı Edip Yüksel’in çevirisinin önsözünden alıntıladığım ve şu anda yaşadığımız gerçekleri gözler önüne seren meydan okumasıyla bitiriyorum:

“Ördükleri örümcek ağlarının ve cehalet duvarlarıyla oluşturdukları karanlıklarının dağılacağını hisseden profesyonel din adamları ve onların kör izleyicileri büyük gürültüler koparabilir. Bu çevirinin halka ulaşmaması için ellerindeki tüm imkanları kullanabilirler; hakaret, iftira ve yaygaralar ile gerçeğin işitilmesini engellemek isteyebilirler.

Çırpınışları boşunadır. Zira mesaj tüm aydınlığıyla artık dünyayı aydınlatıyor. Ne ülkelerin sınırları bunu engelleyebilir, ne despot yönetimlerin yasaları, ne de engizisyon mantalitesine sahip olanların fetvaları. İslam’da reform gerçekleşecek ve din sadece Allah’a has kılınacaktır. Allah’a hamdolsun.

Kuran, tüm Kuran, Başka şey değil sadece Kuran” (s. 9)”

Barış ve sevgi ile kalın

Mahmut Anar

Share