İki Kez Kafir Olmak

Share

İki Kez Kafir Olmak

Edip Yüksel
23 Haziran 2008
www.19.org

 

NİHAT NASIR: İki defa ‘kafir’ olmayı başarabilmiş (!) birinin (ilki, tevbe suresinin son iki ayetini inkar etmesiyle tahakkuk etmiş, ikincisi, sırf hazırladığı meal satsın (?) diye inanmadığı halde mezkur ayetlerin mealini yayınlayarak bu kez kendi dinine göre de kafir olmayı başarmış, tarihin en traji-komik hadisesinin öznesi), başörtüsü ‘İslâm’ın emri değildir’ diyerek ne kadar ciddiye alınabileceğini sanıyor?

EDİP: Elliyi aşkın kelimeyi espiri yapmayı ihmal etmeden araya parantezli ünlemler ve soru işaretleri ekledikten ve lezzetli bir hiciv uslubuyla bir araya dizdikten sonra onlara soru elbisesi giydirerek bir ithamı fırlatabilen birisi ortalamanın üstünde bir yetenek ve zekaya sahip olacağı için seninle tanışmak isterim. Hani, bunca zekaya rağmen hala nasıl olur da bir mezhebin mukallidi olmayı becerebilirsin biçimindeki merakımı gidermek isterim. Tabi ki merak edersen ve dinlemeye cesaretin varsa ikinci kafirliğim konusunda da bir açıklama yapmak isterim. Ne dersin?

NİHAT: Ayrıca bu mail bana neden geliyor, anlamak mümkün değil. Not: İlgili şahıs, ‘benim haberim olmadan o iki ayet meali kondu’ diye sakın yalan üzerinden bir savunmaya geçmesin zira o durumda da adama; ‘hadi diyelim ki, birinci baskıda gerçekten haberin yoktu, ya sonraki baskılar?’ diye sorarlar. Modern tarz Müseylemeliğin yahut sahte rasulün oportünizmi böyle oluyormuş demek!

EDİP: Ben anlıyorum. Zira bana mektup gönderen birisine cevap olarak o emaili gönderirken kazara onun listesindeki herkese yollamışım. Bu yüzden özür beyan ederim. Sözkonusu iki cümle ilgili açıklamayı, dinlemeye cesaretin olup olmadığını öğrendikten sonra yapmak kaydıyla benim de sana yönelik bir sorum var: O iki cümlenin gerçekten Allah’tan olduğuna, gerçekten Kuran’ın bir parçası olduğuna dair delilin ne? Kelle sayılarından başka bir delilin var mı? Selam

Akılcı Yanılgı Safsatası

24 Haziran 2008

NİHAT NASIR: Selam hidayet üzere olanlara… Barış ve esenliğin, zulme isyan ve itirazı olan tüm insanları kuşatması temennisiyle… Size ‘Bay’ diye hitap etmek istiyorum zira diğer hitap sözcükleri bir tür samimiyetsizlik göstergesi olur benim açımdan. Öncelikle… Doğrusu bu kadar nazik olabileceğine ihtimal vermemiştim. Bana göre, Efendimiz (S.A.V.)’in saadet halkasından kopanlar, ‘Tevbe’ edip nedamet göstermedikçe bir daha asla incelik sahibi olamazlar. Bu nedenle tarzını biraz tuhaf buldum. Gerçi bunun ironik bir yaklaşım olması ihtimali de var ama ben yine de görünene göre davranacağım.

EDİP: Teşşekkür ederim, Nihat. Keşke bana sadece ilk ismimle, Edip diye hitap etseydin. İsmim kötü bir anlama sahip değil ve ilk ismimle hitap edilmesini saygısızlık kabul edecek kadar cahil veya ünvanlara düşkün biri olmaktan Allah’a sığınırım.

NİHAT: Saniyen… Bu yazdıklarım, bir propagandistin, muhatabını etkilemek maksadıyla kaleme aldığı tebliğ formundaki cümleler değildir kesinlikle. Zira ‘inkar’ üzerinden de olsa, başkalarından apartılarak sistematize edilmişte olsa, sonuçta farklı bir din iddiasında olan ve ne yaptığını bilen birisiyle karşı karşıya olduğumun bilincindeyim. Üstelik böyle birine, tabir caiz ise ‘numara çekmek’ akıllıca bir iş olmaz. Cevap verme nedenime gelince… Sakın yanlış anlamayın Bay Yüksel, provakatif tarzının bunda hiç etkisi yok. Yani ‘cesaretin varsa’ şeklinde ifade ettiğin meydan okumanın, benim açımdan zerre kadar kıymet-i harbiyesi yok. Ben, Allah’a iman ederek en büyük cesareti gösterdiğim kanaatindeyim zaten. Ayrıca kainat var olalıdan beri hiç bir hadise, bu kararın fevkinde bir cesaret ihtiva etmez.

EDİP: Sevdim bu cevabını. Umarım, aynı cesareti atalarından miras aldığın dini sorgulamak konusunda da sürdürürsün.

NİHAT: Cevap vermemin nedeni, beni ‘ortalamanın üzerinde’ diye taltif etmen de değildir. Şeytani bir hususiyetin, elimden geldiğince, fiilerimi ve düşüncelerimi yönlendirmemesine dikkat ederim. Hem zaten ben, ‘ortalamanın üzerinde’ olmayı, Kâinatın mutlak hakimi, yegane kudret ve kuvvet sahibi, her türlü eksikliklerden münezzeh Rabbimin, yine kâinattaki yegane mutlak doğru olan vahyin sadece incelik ve rikkat sahibi olanlarca farkedilebilecek olan Nebiyyi muhterem (S.A.V.) efendimizi işaret edişindeki harikuladeliliği kavramak, şeklinde değerlendiririm.

EDİP: Maşallah. Sadece, önemsiz gibi görünen bir düzeltiyi önereceğim. Efendi kelimesinin Arapça rab kelimesinin karşılığı olduğunu hesaba katarsanız, Allah’ın dışında bir başka kişiyi “efendi” olarak çağırmanın yanlışlığını takdir edersiniz.

NİHAT: Baştada ifade ettiğim gibi, cevap vermenin nazik bir tavra (bu tavrın öznesi bir kafir de olsa) mümkün olduğunca misliyle mukabelede bulunmanın gerekliliğine olan inancımdır. Umarım sana ‘kafir’ nitelemesiyle hitap etmemi nezakete muhalif bir üslup saymazsın. Bu sözle maksadım asla hakaret etmek değildir. Bu sadece, kendi itikat zaviyemden bakıldığında, tesbiti gereken bir vakıa… Yani bir nevi ‘isminle’ hitap etmek gibi bir şey…

EDİP: Aksine, ikiyüzlüce davranmadığın, inandığını çekindemeden ifade ettiğin için seni tebrik ederim. Aşağıdaki paragraftaki iddialarını Kuran ile değerlendirdiğimde senin dinini sadece Allah’a özgülemeyen bir müşrik olduğun anllaşılıyor. Tabi ki Kuran’da da ifade edildiği gibi birçok müşrik gibi istikbar ve cehaletin ortak bir ürünü olarak sapkınlığını farkedip kendini islah etmekte zorluk çekeceksin.

NİHAT: Bay Yüksel, iman ve ‘rasyo’ asla yanyana gelmez. Keza Kur’an-ı Azimü’ş Şanın, övdüğü memduh olan ‘aklın’ da rasyo ile uzaktan yakından bir akrabalığı bulunmamaktadır. Buna rağmen ben, rasyonun bile itiraz edemeyeceği şekilde ‘Vahy-i Gayr-i Metluv’u’ iki kere iki dört eder derecesinde ispat ettiğimden, senin meydan okuduğun sahaya girme gereğini asla duymuyorum. Yaklaşık on yıl önce yayınlanan ‘Akılcı Yanılgı’ isimli kitapta, seni(yani iddialarını) ve bir şarlatan olan Yaşar Nuri ile bir zavallı olan Hüseyin Atay’ı cürm-ü meşhutla sobeledim. Dolayısıyla ‘cümleler’ diyerek tahfif ettiğiniz ayetlerin, benim açımdan kuşku sahasının civarında bile gezinmesi mümkün değildir.

EDİP: “Cürm-u meşhutla sobeledim” Acaip bir uslup. Sana nazire olarak ben de şunları söyleyeyim: “Müslüman Dinadamlarına 19 Soru” adlı kitapla ben hadisçilerin ve sünnetçilerin şirk dinini minareledikten sonra o istikbar ve inkar minaresini zir-i zemine irca ettim! Mizah bir yana… Akla karşı akıllıca bir kitap mı yazmışsın? Yoksa aklın anlamını boşalttıktan sonra zanni rivayetlere sorgulamadan uymayı akıl olarak yaftalama cambazlığını mı göstermişsin? Taklidi iman mangalında bırakmadığın küllerin havada oluşturdukları “Ben imanımı isbat ettim, bu yüzden seninle tartışmaya girmem,” biçimindeki hezeyan bulutlarına tanık olduktan sonra ne diyebilirim ki? Bir zamanlar ben de Kuran’a yüzyıllar sonra uydurulan hadisleri ve mezhepleri ortak koşarak, Allah’ın dinini Allah + peygamber + sahabeler + tabiinler + mezhep imamları + mezhep müctehitleri + alimler + alimciklerden oluşan bir şirket dinini Allah’ın dini sanıyor ve bundan emin görünüyordum. Senin içinde bulunduğun karanlığı ve psikolojiyi çok iyi biliyorum; zira bir zamanlar ben o karanlık mağaralarda yaşadım. Hem de hayatımı riske sokacak kadar kendimi ona vakfettim. “Allah’ın kitabı bize yeter” diyenlere hakaretler yağdırdım, onları kafir olmakla, oryantalistlerin uşağı olmakla itham ettim. İşin ilginci, “Allah’ın kitabı bize yeter” sözünün aynen Ömer bin Hattab’a atfedildiğini ve meclisteki tüm önde shabelerin o sözü onaylayıp hadis yazımına karşı çıktıkları biçimindeki ‘sahih’ hadisler üzerinde bir saniye bile düşünmeden!…

Umarım, sen benim o inancı ve pratiği neden terkettiğimi, kafandan ürettiğin senaryolarla izah etmeye çalışmıyorsundur.

NİHAT: Sen de gayet iyi bilirsin ki, sonuçta bu bir imandır. Nasıl ki, sen, zihninde yankılanan sözcükleri ‘ilahi vahiy’ sanıp iman ettiysen, ben de iki kapak arasındaki ayetlerin ‘hidayet rehberi’m olduğuna iman etmişim. Belki inanmayacaksın ama aslında vahiy aldığına ben de inanıyorum, tabii küçük (!) bir farkla… Sana ‘vahyedenin’, şeytan olduğundan zerrece kuşkum yok…

EDİP: İddiaların büyük. Atalarından miras aldığın mezhebe ve kitaba (kitaplara, daha doğrusu) olan imanın, yani doğmatik saplantın, sarsılmaz görünüyor… Ama karşındakini mahkum ederken, onu inandığın itikada davet ederken subjektif itikadının dışında herhangi bir BÜRHAN, bir DELİL, bir BEYYINE gösterip gösteremiyeceğin kuşkulu.

NİHAT: Bir husus daha… Önceki iletide kendini hissettiren ‘öfke’ senin cevabından sonra iyice tahkik edince anladım ki, duygusalmış, şöyle ki: Şimdi alem-i berzahta ve umarım ki huzur içerisinde olan genetik babanıza, yaptığı hizmetlerin dışında hemşehrilik saikıyla da muhabbet besliyor olmam önemli bir faktördü. Son nefesine kadar tekrar hidayete geleceğini ümitle bekleyen hemşirenizin gözü açık gitmesi de başka bir faktör…

EDİP: Onlar hakkında bir yargıda bulunmak istemem. Duygular güzel, ama duygularımla hareket ederek bana sunulan matematik formüllerini değerlendiremem, duygularımla fizik yasaları uyduramam, duygularımla atalarımdan miras aldığım bir dini Allah’a yakıştıramam.

NİHAT: Bir üçüncü faktör, küfrü kökünden sallama potansiyeli hayli yüksek bir zekanın, imanı hâk ile yeksan ederek heba olması… Dikkat buyurun hissettiğim şey acımak değil, öfke… Ama yapacak bir şey yok ne yazk ki…

EDİP: Bunlar güzel duygular. Yeter ki bu duygular hakka ve Hak’ka teslim olsun.

NİHAT: Bay Yüksel eğer Allah’ın azametini ve uluhiyetini bihakkın kavrayabilmiş olsaydınız, Efendimizin (S.A.V.) ne denli mühim bir konumda olduğunu ve kalpleri eritecek kadar aşkla sevilmesi gerektiğini, Kur’an’ın da, hiç bir ins ve cin’in müdahalesiyle deforme edilemeyeceğini, teşebbüs edenin anında şahdamarından enselenerek sarsılacağını anlayabilirdiniz… Vaesefa…

EDİP: Bendeki İsa sevgisini hiçbir Üçlemeci Hristiyan’da bulamazsın. Bendeki İbrahim sevgisini hiçbir Talmutçu Yahudi’de bulamazsın. Aynı şekilde, bendeki Muhammed sevgisini de hiçbir Muhammedi de bulamazsın. Muhammed peygamberin isminin ardına uydurma övgü sözleri dizerek, ona Efendimiz (Rabbimiz) diyerek hitap edenlerin, üç yüz yıl sonra onun düşmanları tarafından uydurulmuş en ilkel yalanları ona atfederek kutsamaları, Yahudilerden aparılan vahşi uygulamaları ona nisbet ederek uygulamaya çalışmaları (taşla öldürme cezası, dinden dönenin öldürülmesi vesaire), ona yapılan en çirkin iftiraları (seksomanyaklıktan işkenceciliğe, aptallıktan okuma yazma bilmemeğe kadar…) onun sünneti diye onun tebliğ ettiği ve uyduğu biricik kitaba ortak koşmaları nasıl olur da Muhammed sevgisi olarak sunulabilir? Sen, maalesef, Buhari’ye, Müslim’e, Tirmizi’ye, İbni Mace’ye, İbn-i Hanbel’e, Ebu Davud’a ve daha nice uydurma hadis tedvincilerine uymayı Muhammed peygambere sevgi ile karıştırıyorsun. Nasıl ki İsa’yı Allah’ın oğlu kabul edenler; İsa adına uydurulan mezheplerin öğretilerini din edinenler aslında İsa’ya ihanet edenlerse, aynı şekilde gece gündüz Muhammed’e salavat getirip onu Allah’tan daha çok ananlar ve bu arada güzel bir ahlak örneği olan o insanı hadisler yoluyla en alçak insanların ahlakıyla betimleyenler de Muhammed peygambere ve misyonuna en büyük ihanette bulunmuşlardır. Nitekim Muhammed pegyamberin biricik şikayetinin halkının Kuran’ı terketmesi olarak bildirilmiş olması küçük bir ayrıntı değildir.

NİHAT: Küçük bir not: Senin yaptığın deformasyon kategorisine girmez, hatta teşebbüs kategorisine bile girmez… İslâm tarihi boyunca çok daha çaplı ve donanımlı kimselerce teşebbüs edilen komplike faaliyetlerin yanında seninkisi, ancak, bir dip not hükmüne geçebilir.

EDİP: Umurumda değil bu. Ben, mehdilik iddia eden bir megalomanyak değilim. Benim hiçkimseyi kurtarma gibi bir iddiam yok. Ben Din Günü’nde tek başıma Allah’ın huzuruna çıkacak ve ona tek başıma hesap vereceğim. Bu bağlamda ha bir kitap, bir sayfa veya bir dipnot olmuşum veya olamamışım, hiçbir önemi yok. Önemli olan Rabbime bir muvahhit olarak, bir müslüman olarak dönebilmem. Müslümanlığımın bir gereği de bildiklerimi başkalarıyla hikmetle ve güzel sözle paylaşmak, akıl ve beyyinelerle tartışmak.

NİHAT: Neyse, söz uzadı. Görüldüğü üzere, birbirimizi ikna sadedince bir milim mesafe almamız bile söz konusu değil… Senin (beni ikna edeceğini düşündüğün yahut en azından kafamı karıştıracağını sandığın) iddialarından çok daha şedit olanlarıyla karşılaştım. Tabir caiz ise yeterince şerbetliyim. Hatta sana fısıldayarak alteden şeytan çok somut bir biçimde duyduğum o efsunlu üslubuyla bana da bulaştı ama yüzbinlerce kez hamdolsun ki, havasını aldı. Rabbimden, son nefesime kadar beni imanımda mustakar kılması ise yegane temennimdir.

EDİP: Senin gibi böylesine iman havaları atan birçok kişiy biliyorum. Ondokuz yıldır onlarla Amerika’da karşılaşıyorum. Evancelik Hristiyanlar, Mormonlar, Yahova Şahitleri… Hepsi senin gibi İMAN’dan sözederler. Akıl ve mantığa dayalı, delile dayalı tartışmalardan kaçarlar. Nitekim sen bu entellektüel korkaklığını örtmek için kitap bile yazmışsın: “Akılcı Yanılgı” başlığıyla… Böylece akla ve mantığa dayanacak her tartışmadan aklınca onurlu bir biçimde kurtulabileceksin. “Ben aklı veya rasyonu yere vuracak kadar akıllıyım. Bu yüzden akla ve mantığa dayanan tartışmalara girmem!”

Senin bu sözlerin bana, “Felsefenin İflası” başlığı altında ilkel bir felsefe ile felsefeyi çürütmeye çalışan Gazzali adındaki mukallidi hatırlatıyor. İhyas’ında parmakları şereflilikten şerefsizliğe doğru sıraya koyarak Allah ve elçisi adına tırnak kesmenin felsefesini yapabilecek ve bu konuda din uyduracak kadar becerikli bir mukallid! Senin şerbetli olduğun anlaşılıyor. Şerbetini aklını kullanmaktan değil, aksine kullanmamaya yemin etmekten kazandığın anlaşılıyor.

NİHAT: Hoşuna gitmeyeceğini bile bile şahsınla ilgili temennimi dillendirmekten geri durmayacağım. Dilerim, ölüm meleği vazifesini ifa için gelmeden önce hidayet kapısından bir kez daha geçme şansını yakalarsın… Herşeyin doğrusunu Allah bilir! La havle ve la kuvvete illa billah!…

EDİP: Son sözlerin ne güzel. Maşallah. Kuran’ı senin için açtım ve 9:110 ayetiyle karşılaştım. Sana 10:100 ve 17:36 ayetini anımsatmak isterim. Rabbim sana akıl versin, aklını kullanma cesareti ve ferasetini versin, yol göstersin. Selam, Edip

 

 

Share